Monday 26 December 2011

Kavramlar ve Algi


Yazılı ve görsel basında geldiğimiz nokta itibariyle artık medya bir “güç” olarak tanımlanırsa şayet, yanlış bir tanımalama olacağını söylemek sanıyorum epey güçtür. Matbaanın icadı ve yaygınlaşmasından, geçirmiş olduğu teknolojik yenilikleri ve günümüz medyasının geldiği noktayı düşündüğümüzde,  bu yana gerek basılı gerekse de görsel alanda yapılan çalışmalar gelişmekte olan toplumların yanında gelişmiş ülkelerin sosyal dönüşümlerinde etkin bir rol oynamıştır.  En sarih örneklerin başında 1789 Fransız Devrimi’nin gerçekleştirilmesinde rol alan aydınların       “aydınlanma” dönemine ilişkin süreçte kendilerine ait olduklarını ifade ettikleri fikirlerin, görüşlerin ve kendilerince tabir edilen günümüzde “sivil itaatsizlik” diye yumuşatılan, etimolojik olarak yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini düşündüğüm, bu konuya ilişkin kavramların “avam” üzerinde tesiri bu yolla olmuştur.  Bizde ki örneklerini inceleyecek olursak özellikle II. Mahmut’un, ( 1784 1839), ülke genelinde gazete çıkartılması konusunda ki müspet fikirleri göze çarpmaktadır. Fakat bu kararı izleyen bir kaç on yıl sonunda “avamı bilgilendirme” nin en kolay ve en etkin şekli olan neşriyat (gazete olarak ifade edilmek istenmektedir) yayını aynı zamanda tefrika amaçlı oluşumların da gözde iletişim şekli haline gelmiştir. Neşriyat yayını, yaklaşık iki asır öncesinde Osmanlı topraklarında başlayan bütün ayrılıkçı akımların hem kendilerini uluslararası topluma ifade etme şekli hem de kendi içlerinde inandıkları değerlerin “benimsenmesini”, gelecek nesillere “aktarılmasını” ve buna dair fikriyatın “anlaşılmasını” içeren önemli bir vasıtaydı. Nitekim hafızam beni yanıltmıyorsa, bu cereyanlar neticesinde Osmanlı’dan ilk ayrılan ulus devlet Yunanistan (1829) ve en son ayrılan ise Arnavutluk (1913) olmuştur.

Girizgâhta yer alan bilgileri göz önünde bulundurduğumuzda, günümüz meselelerini değerlendirirken, incelerken, analiz etmeye çalışırken böylesine güçlü bir “algı yönetici” unsuru görmezden geleyim gibi bir gaflette bulunmamalıyız. Meraklılarına aşağıda ki linklerde daha fazlası var diyerekten bir kaç örnek sunmak istiyorum. İngilizce’ de “rebel” ifadesi “isyankâr”, “asi” gibi anlamlara gelmektedir. “Agitator” kelimesi ise “karıştırıcı”, “fesat çıkarıcı”, “tahrikçi” ve biraz daha ötesinde “terörist” manaları ile buluşmaktadır.  Diğer yandan “captured” ifadesi edilgen bir ifade olup “yakalandı” anlamına gelmektedir ve son olarak “arrest” kelimesi ise “tutuklama”  manasını içerir. Ufak çaplı bir hafıza tazelemeden sonra asıl konuya gelirsek; BBC ve The Guardian gibi isimleri kendi uzmanlık alanlarında “marka” haline gelmiş “saygın” ! Medya kurumlarının PKK (Partiye Karkeren Kürdistan)’lı teröristleri kendi yazın dillerinde “militan” ve “isyancı” gibi hafif ifadeler kullanarak niteliyorlar. Ayrıca bu ifadelerde etnik kavramları okurun gözünde istenildiği gibi algılanmasını sağlamak amacıyla “agitator” yerine “Kurdish rebels” şeklinde kullanıyorlar. Pek tabi ki bu konuda bilgi almak isteyen “objektif” BBC veya The Guardian okurlarıda buradan şunu çıkartıyorlar: Türkiye’nin doğusunda bir grup halk var ve bu halk kendisini hem “Kürt” olarak tanımladığı hem de bu şekilde tanınmak istediği için mevcut devlete ve düzene başkaldırıyorlar. Burada ki iki temel yanlıştan ilki şudur: öncelikle PKK mensubu kişiler bir isyancı değil, bu insanlar terörist olarak nitelendirilmelidirler, ikinci olarak bu kişiler etnik köken olarak sadece Kürt olmamakla birlikte farklı etnik kimliklere sahiptirler.

Diğer çarpıcı örnek ise şudur: siyaset ve / veya politika literatüründe “islami lider” sıfatı ile anılan liderlerden olan Saddam Hüseyin’in ve Kaddafi’nin ülkelerinde ki muhalif güçlerce etkisiz hale getirildiklerinde, yukarıda ki medya kuruluşlarına ek olarak The Telegraph, CNN, Ynettnews, Time,Spiegel ve Fox adlı kurumların haber iletilerinde, bahsi geçen devrik liderler için “lağım çukurunda” ve  “fare çukurunda” gibi “çukur”, “fare”, “lağım” kelimelerinin okurun algısında oluşturmuş olacağı olumsuz / negatif algı ile birlikte “yakalandı” kelimesinin oluşturacağı “çaresizlik hali” algısı harmanlanmak suretiyle, bu insanların “ne kadar “aşağılık” bir şekilde etkisiz hale getirildiklerini görün” mesajı okura iletilmek ve anlaşılması sağlanmak istenmektedir. Aynı medya kurumları kendilerinden varsaydıkları “Bosna Kasabı” diye literatüre geçen Ratko Mladic ve Radovan Karadzic’i ne  “yakalandı” nede “ ele geçirildi” şeklinde sunuyorlardı, sadece “tutuklandı” demek onlar için yeterliydi. Bu kadarı ile yetinmeyeceklerini biliyor olduğunuzu varsaymaktayım. Kanaatimce burada şahısların hiçbir önemi yoktur. Burada ki asıl mesaj kişiler ve semboller üzerinden “biz sizi ve sizin inandığınız değerleri bu şekilde aşağılarız”  şeklindeydi, anlayana.
Çözüm önerisi adına sunulacak önerileri birkaç farklı başlık altında sıralamak mümkün olsa bile bu konunun uzmanlarca gözden geçirilmesi işin doğası gereğidir. Basın ve yayın kurumlarının, genel adıyla medya diye çağrılacaktır, bağlı bulundukları ulusal kurumlar, uluslararası kriterleri uygulamanın yanında bu ölçülerin ülke insanının antropolojik, sosyolojik, teolojik ve psikolojik algılarına uygunluğu yeniden değerlendirilmelidir. Çünkü, kavramları anlama, fikri dünyamıza yerleştirme anlamında ülke insanı olarak ciddi sıkıntılar çekmekteyiz. Bu konunun da temel nedeni; kavramların kendi sosyal dokumuz, değerlerimiz, psikolojik yapımız ve diğer insani faktörler ile kimi zaman uyuşmamasıdır. Bu mesele ayrıca bir konu olup burada sadece ufak bir örnek vermekle yetineceğiz. Bizim kültürümüzde cihan-nüma diye bir kavram vardır. Cihan-nümalar kimi zaman kendisini dinlemek isteyen, bir nevi tefekkür etmek isteyen kişinin yalnız kalabileceği bir mekandır. Yani kişi kendisi ile halvet olur. Peki bu kavramın Türkiye’ye göre batıda yer alan ülkelerde ki kavram karşılığı nedir diyecek olursak o da şudur:  “fil dişi kule”. Meraklıları araştırmak isteyecektir. Sadece bu iki kavramdan yola çıkarak bile aradaki uçurumu görmek mümkündür. İkinci öneri olarak ise; başbakanlığa yahut cumhurbaşkanlığına bağlı olan ve uluslararası medya kurumlarının yayınlarını inceleyen bir basın-yayın kurulu. Bu kurulun temel hedefi ulusal veya ulusal olmayan bütün yayınlarda oluşabilecek kavram karmaşalarının gerekirse hukuki zemine taşınmak suretiyle ehlileştirilmesini sağlamaktır. Tıpkı BBC, The Guardian, CNN, Spiegel ve Fox gibi medya kurumlarının yaptıkları yayınlarda olduğu gibi.

Yukarıda öner sürülenler medyadaki kavram karmaşasının  ne denli önemli olduğunu vurgulamanın haricinde bir anlam taşımamaktadır. Bu yüzden bizler (kim üzerine alınıyorsa)   “amaaan ne olur” vurdumduymazlığı ile detay gibi görünen etimolojik kavramları çok iyi anlamalıyız ve gerektiği yerde bu kavramların bize bakan yönüyle anlamını kargaşaya neden olmayacak şekilde güncellemeliyiz. Unutmamalıyız ki karşımızdaki muhatap bizi ancak kendimizi O’na anlatabildiğimiz kadar anlayacaktır, haricinde ki tek alternatif aynı dili konuşmaktır ki, kendi ülkemizde bile bu yöntem bazen yetersiz kalmaktadır.

Ali İHTİYAR
22/10/2011
Tavsiye Edilen Okumalar
İnternet Siteleri

Makaleler & Kitaplar
1.      The Kurdish Question and Turkey's Justice and Development Party, M.Hakan Yavuz ve Nihat Ali Özcan
2.      Olağanüstü Durumlarda Toplumsal Dayanışma ve Bütünleşmeye Basının Katkısı: Milli Mücadele Dönemi Türk Basını, Bünyamin Ayhan
3.      Terörün Sosyolojisi: Toplumsal Kökenleri Anlama İmkani, Talip Küçükcan
4.      Uluslararası Terörizm, Mesut Hakkı Caşın
5.      Kimlik Adina Oldurmek: Kanli Catismalar Uzerine Bir Inceleme, C Korhan Demir
6.      Sembolik Şiddet Arenası: Televizyon ve Medyatik Söylemin Özerkliği Sorunu, Güney Çeğin
7.      Ortadoğu ile Ilgili Ayrılıkçı Basın Faaliyetleri Hakkında Sultan II. Abdülhamit'e Sunulan Bazı Layihalar, Hilmi Bayraktar
8.      Televizyon Haberlerinde Terörizm Olgusunun TRT’nin Haber Söylemi Bağlamında İncelenmesi,  Sibel Karaduman ve N. Mert Batu
9.      Citizens' Local Political Knowledge and the Role of Media Access , Lee Shaker
10.    The Role of Media Violence in Violent Behavior, Laramie D. Taylor
11.    The Role of Media, Tehmina Shah
12.    Tanzimat Dönemi Türk Gazeteciliği ve Türk Basininin İlkleri, Belkıs Ulusoy Nalcioğlu




Tuesday 21 June 2011

Amero

Günümüz para piyasalarının en önemli sorunlarından biriside sizlerin de malumu üzerine küreselleşme kavramını finansal piyasalarda dolar bazlı rezerv para anlayışı ile ilintilendirmek ve bu anlayışın küreselleşme ile aynı algı haritası içerisinde yer almasını sağlamaktır. Her ne kadar bu yaklaşım Ronald Reagan’ın yeniden uyarlamaya çalışmış olduğu Keynesyen Ekonomi Modeli’nin ( ilerleyen yıllarda revizyona uğrayarak Regonomics olarak yeniden konumlandırılmaya çalışılmış olacaktır) temel sonuçlarından biriside olsa günümüzde geçerliliğini koruduğunu söylememiz yanlış olmayacaktır.
Küresel anlamda bölgesel birleşmelerin farklı alanlarda olduğu hepimiz tarafından artık bilinmektedir. Siyasi, politik, ekonomik ve kültürel yapılanmalar bu tarz birleşmelerin başında geldiği gibi neredeyse katalizatör görevini üstlenecek düzeyde önem derecesi olarak üst seviyelerde olduğunu belirtmemiz gerekmektedir.
Bunların bazılarına göz attığımızda mesela, NAFTA, WTO, IMF, NATO, G-20, UNICEF, EU ve benzeri yapılanmalar neredeyse en çok dillere pelesenk olan yapılanma şekilleri olduğunu söyleyebiliriz. Lakin bunlardan bir tanesi var ki sanıyorum gidişatın sessizliği ve derinliği açısından diğerlerinden biraz daha farklı ve ilgili taraflarca da çok fazla dillendirilmek istenmeyecek düzeyde proje aşamasında. Böylesi bir çalışmanın nedenleri kadar hangi başlıkları kapsayacağı da merak konusu olduğu gibi konunun muhataplar açısından da akl-ı selim bir şekilde anlaşılması gerekmektedir. Bu bağlamda, 1980’lı yılların ortalarına kadar uzanan bu yaklaşımı küresel rezerv para olma isteği çerçevesinde örgülenmiş olup, yeni ve güçlü bir para birimini dünyaya getirme fikri olarak tanımlayabiliriz. Bu çerçevede, NAFTA’ nın müstakbel ortakları Amerika, Meksika ve Kanada Merkez Bankaları, ülkelerin önde gelen akademisyenleri, ekonomi ve siyaset alanında çalışan enstitüler ve üniversiteler bu misyon doğrultusunda epey yoğun mesai ile ciddi adımlar atmayı başarmışlardır! Bu emsalsiz çabanın ürünü olan AMERO’ nun önümüzde ki yıllarda görücüye (1999 dan bu yana farklı denemeler yapılmaya çalışılsa da ve bu girişimlerde başarısız olunsa da ) çıkacağı tahmin edilmektedir.
Diğer yandan, AMERO projesinin gerektirdiği asgari şartlar ve doğuracağı sonuçlar önemli ayrıntılar içermektedir. Gün geçtikçe rezerv para olabilme yahut yönetilebilir kaynaklara sahip olabilme çabası gerek hükümetlerin gerekse de derin devlet diye tabir edilen gizli gündem ajandası olan hükümet görevlilerinin öncelikli konuları arasında en üst sıraya yerleşmiştir. Bu çaba kimi zaman kendisini ticaret hacminin arttırılması isteğinde kimi zaman yer altı zenginliklerinin işletilmesi kimi zamanda ortak akıl ilkesi ile hareket etme isteği olarak kendisini hissettirmiştir. İlgili konuda pürüz çıkartan ülke yahut hükümetlerin başlarına gelenleri sıralamaya gerek yok diye düşünmekle beraber 1990 sonrası güncel olayları hafiften hatırlama çabası sanıyorum bir haftalık hafıza ile yaşayan bizleri biraz zorlasa da istenilen cevabın tanımlanması konusunda yardımcı olacaktır.
Durumu açıklayıcı olması açısından, hafızam beni yanıltmıyorsa şayet yakın zamanlarda (Ekim ayının ilk haftalarında) Türkiye ile Çin arasında yapılacak ticarete konu olan para biriminin her iki ülkenin kendi para birimi olması esası üzerine bir anlaşmaya varıldı. Şimdilik iki ülke arasında ki ticaret hacmi 17 milyar ABD Doları düzeyinde ama 2020 için hedefler 100 milyar ABD Dolarını aşacak nitelikte, ayrıca siyasi konjonktörün takibinde ortak hareket etme düşünceleri, çoklu katılıma dayalı yatırım anlaşmaları hedeflerin yakalanacağı hususunda ümit vaad etmektedir. Pek tabi ki bahsi geçen yatırımların otonom çarpanı ile oluşan getirilerini hesaba katmıyoruz. Yapılan anlaşmalar aslında şu anlama geliyor:  Çin ile yapılan ticari işlemler ABD Doları rezerv para olmaksızın gerçekleşecek ve her iki ülke toplamda (en az şimdilik) 17 milyar ABD Doları kadarlık rezervini kullanmayacak yahut ABD Dolar’ını rezerv tutmayarak uluslararası piyasalara sürecek. Tahmin edildiği gibi bu durum ABD Doları’nın değerini uluslararası parite açısından zor durumda bırakacak. Pek tabi ki ABD Doları’nın değerinin düşmesini istemeyen ABD Merkez Bankası ise bu durum karşılığında elinde ki para politikası enstrümanlarını kullanmak suretiyle süreci yönetmeye çalışacaktır. Fakat bahsi geçen süreçte ABD yönetiminin bu döngüye eklenmesi muhtemel olan diğer ülkelere karşı nasıl bir strateji izleyeceği merak konusu olduğu kadar uygulanması muhtemel stratejilerin gerek iç politikada gerekse de uluslararası ilişkilerde nasıl bir reaksiyon doğuracağı ve bu çıkışların konunun muhatapları açısından nasıl algılanacağı da bir o kadar merak konusu olacaktır.
Böylesi çalışmalar, bölgesel yahut kültürel birliktelikler, dünya ekonomisinin “patronu” olduğunu düşünen veya düşünmek isteyen Amerikan ekonomisini  farklı çıkış yolları aramaya sevk etmektedir. İşte Amero’nun da muhteviyat, fonksiyonellik ve diğer alanlar göz önüne alındığında geçmişte üretilmiş olan para politikalarından farklı olmayarak, sadece ismi değiştirilmek ve kesin bir etki alanı oluşturulmaya çalışılarak zihinlerde farklı bir imaj uyandırma çabası kuvvetle muhtemel kısa zamanda anlaşılacaktır. Buna karşılık olarak üstünlük sağlamış olduğunu düşündüğü yanlarını kullanmak isteyecek olan ABD yönetimi bilişim ve nano teknolojik sermayesini çok iyi kullanabilirse sadece alacağı hasarı azaltacaktır. Sonucun kaçınılmaz olduğu varsayımı altında ve günümüzde gerek entelektüel gerekse de taşınmaz diye nitelendirilen sermayenin hareket kabiliyeti ve ulaşılabilirliği göz önüne alınırsa Amero’ nun ne kadar başarılı olabilme ihtimali olduğu da ortaya çıkacaktır.
Saygılarımla

Tavsiye Edilen Okumalar
1.Küresellesme ve Yeni Uluslararası Ekonomik Düzen   
2. North-American Monetary Integration: Here Comes the Amero
3.Bölgeselleşme Ve Çok Yanlı Ticaret Sistemi Çelişkisi
4.Kuzey Amerika Serbest Ticaret Bölgesi (Nafta): Yeni Bölgeselleşme İçin Yeni Bir Umut
5. Avrupa Birliğinde Bölge, Bölgeselleşme, Bölge Yönetimleri Kavramları Üzerine
6.ABD durgunluğa hep genişlemeci Keynes politikalarıyla çözüm aradı.