Thursday 13 November 2014

Makro Tanimlama




Genel adi ile Ozal sonrasi donem olarak bilinen 1980’li yillarin ortalarindan gunumuze geldigimizde “muhafazakar” kesime ait pasif veya aktif sermaye miktarinda onemli bir artis oldugu gozlemlenmektedir. Bu donem icerisinde aktif olarak sosyal hayatin icerisinde bulunan “muhafazakar” ve ayni zamanda “sermayedar” kesim artik yeni bir sinifa gecmis olmanin avantajlarini ve dezavantajlarini yasamak uzere yola cikmistir. Halbu ki Ozal oncesi yillara  bakacak olursak, “muhafazakar” kesimin ulkenin yonetiminde soz sahibi olmasini birakin, demokrasinin temel bir unsur oldugu medeniyetlerde temsil edilen grubun veya toplulugun sesini mesru yollardan duyurmanin en kolay yollarindan birisi olan sivil toplum kuruluslarini organize etmeleri ve dahili isler yapmalari “elitler” ve “entellektueller” tarafindan cok da hos karsilanmadigi gibi bu konu uzerinde fikir alisverisinde bulunmak kimi zaman “tolerans” sinirlarini dahi zorlamaktaydi.

Acaba nedir “elitleri” ve “entellektuelleri” boyle dusunmeye iten sebepler?

Turkiye Cumhuriyet’ i oncesi ve sonrasi donemlerde bu ulkenin de vatandasi olan Anadolu insani gerek savas gerekse de mecburi sosyal egilimler geregi onemli olcude egitim ve ogretimden uzak kalmakla birlikte sermaye sahibi olma ile ilgili girisimleri azinliklara nispeten sukuta ugramistir. Ote yandan Istanbul merkez olmak uzere bu civarda yasayan gayr-i muslim tebaa diye tanimlanan ulkenin azinliklari ise bir yandan ticari faaliyetlerde basarilara imza atarkan diger yandan tip, muhendislik, yonetim ve diger egitim ve ogretim alanlarinda sayisiz ogrenci yetistirmeyi ihmal etmemislerdir.

Gunumuze gelindiginde ise o donemlerde azinlik diye tabir ettigimiz ulke vatandaslari icin yasanan donemin kismen benzeri Ozal ve sonrasi donem icin tahakkuk etmis olmakla birlikte farkli bir takim ilerlemelerden de bahsetmek mumkundur. Diger bir deyisle, “muhafazakar” kesim “sermaye” sahibi olmaya baslamis, “nesillerini” iyi egitebilmek amaciyla kurumlar, muesseseler kurmus veyahut mevcut olanlari modernize ederek gunun sartlarina cevap verecek hale getirmek suretiyle bir takim terakki hamlelerinde bulunmustur. Pek tabi ki “muhafazakar” kesimin disindikiler icin artik nesillerini dunyanin onde gelen universitelerinde egitim aldirtmak, ulkenin yonetim kadrosunda farkli isimler adi altinda dahi olsa gorebilmek onlar icin siradan oldugu kadar vazgecilmez hale gelmistir. Yani donusum son hiziyla toplumun butun kesimlerinde kendisini hissettirmektedir.  Ta ki 2000 li yillara gelene kadar. Aslinda 2000 li yillara gelene kadar “muhafazakar” kesimin yetistirmis oldugu nesiller cok defa farkli sekillerde yonetim girisimlerinde bulunmus olsalarda farkli komplo teorilerine kurban olmanin yaninda bir takim gayr-i ahlaki uygulamalar ile onlerine set cekilmis ve nihai olarak subat ayinin sogugu ile hasta hale getirilmek istenmistir.

Milenyum sonrasinda ise “muhafazakar” kesim belirli bir ideoloji cercevesinde yetistirmis oldugu ve bahsi gecen subat soguklarindan sakladigi “elit” olmasa bile “entellektuel” birikime sahip veya sahip olmaya namzet kadrolari coktan devletin siyasi organlarina yerlestirmis ve kendisince uygun zamani beklemekteydi. Ve beklenen degisimin son halkasi toplumun ve topluma terakki asilayan her kurumun belki de en kritik noktalarinda hayat bulmustu.

Esasinda “muhafazakar” kesim diye nitelendirdigimiz insanlari sadece “dindar” olarak gruplandirmak yanlis olacaktir. Kelimenin sosyoloji ve (sosyal) antroplojide ki karsiliklarini kullanmanin yaninda etimilojik olarak bakildiginda da farkli izahatlari olmasinin yaninda kavramsal karsiliklarinin da farkli oldugu bilenler tarafindan da bilinmektedir. Bu bakis acisi ile “muhafazakar” kesime karsi olan insanlari da “muhafazakar olmayan kesim” diye nitelendirmek sanirim siniflandirmanin veya gruplandirmanin en sadelestirilmis sekli olabilecektir. Dolayisiyla da mucadelenin sinirlarini ulkemizin fiziksel sinirlari ile degil belki de psikolojik sinirlari ve bilhassa gecmisten gunumuze aktarilan miras ve sahip oldugu dinamikler cercevesinde degerlendirmek, hadiseleri dogru, yerinde ve zamaninda yorumlamak isteyenlere isabetli bir bakis acisi sunacaktir.

Bu baglamda yazinin simdiye kadar ki kisminin Turkiye ornegi uzerinden dar bir tanimlama oldugunu ifade etmemiz gerekmektedir.


Toparlamak gerekirse, “muhafazakar” kesim diye tabir ettigimiz muhtelif gruplarin gunumuzde ve gelecekte karsilasmasi muhtemel zorluklarin veya gucluklerin temelinde yatan esas hususiyle hem Faust adli esere de konu olan “iyi” nin ve “kotu” nun mucadelesidir. Ulkemiz ve ulke insanimiz bu “iyi” ve “kotu” mucadelesinin biryerlerinde yer almis oldugu gibi yine de almaktadir ve alacaktir. Her ne olursa olsun “insan” olarak bize yakisan “insani” sifatlari sinir kabul ederek yasamaktir ve pek tabi ki kotuye karsi iyinin, zalime karsi masumun, ve dahi hakli olanin guclu oldugu bir dusunce cercevesinde yasamak seklinde olmalidir.