Genel adi ile Ozal sonrasi
donem olarak bilinen 1980’li yillarin ortalarindan gunumuze geldigimizde
“muhafazakar” kesime ait pasif veya aktif sermaye miktarinda onemli bir artis oldugu
gozlemlenmektedir. Bu donem icerisinde aktif olarak sosyal hayatin icerisinde
bulunan “muhafazakar” ve ayni zamanda “sermayedar” kesim artik yeni bir sinifa
gecmis olmanin avantajlarini ve dezavantajlarini yasamak uzere yola cikmistir.
Halbu ki Ozal oncesi yillara bakacak
olursak, “muhafazakar” kesimin ulkenin yonetiminde soz sahibi olmasini birakin,
demokrasinin temel bir unsur oldugu medeniyetlerde temsil edilen grubun veya
toplulugun sesini mesru yollardan duyurmanin en kolay yollarindan birisi olan
sivil toplum kuruluslarini organize etmeleri ve dahili isler yapmalari
“elitler” ve “entellektueller” tarafindan cok da hos karsilanmadigi gibi bu
konu uzerinde fikir alisverisinde bulunmak kimi zaman “tolerans” sinirlarini
dahi zorlamaktaydi.
Acaba nedir “elitleri” ve
“entellektuelleri” boyle dusunmeye iten sebepler?
Turkiye Cumhuriyet’ i oncesi
ve sonrasi donemlerde bu ulkenin de vatandasi olan Anadolu insani gerek savas
gerekse de mecburi sosyal egilimler geregi onemli olcude egitim ve ogretimden uzak
kalmakla birlikte sermaye sahibi olma ile ilgili girisimleri azinliklara
nispeten sukuta ugramistir. Ote yandan Istanbul merkez olmak uzere bu civarda
yasayan gayr-i muslim tebaa diye tanimlanan ulkenin azinliklari ise bir yandan
ticari faaliyetlerde basarilara imza atarkan diger yandan tip, muhendislik,
yonetim ve diger egitim ve ogretim alanlarinda sayisiz ogrenci yetistirmeyi
ihmal etmemislerdir.
Gunumuze gelindiginde ise o
donemlerde azinlik diye tabir ettigimiz ulke vatandaslari icin yasanan donemin
kismen benzeri Ozal ve sonrasi donem icin tahakkuk etmis olmakla birlikte
farkli bir takim ilerlemelerden de bahsetmek mumkundur. Diger bir deyisle,
“muhafazakar” kesim “sermaye” sahibi olmaya baslamis, “nesillerini” iyi
egitebilmek amaciyla kurumlar, muesseseler kurmus veyahut mevcut olanlari
modernize ederek gunun sartlarina cevap verecek hale getirmek suretiyle bir
takim terakki hamlelerinde bulunmustur. Pek tabi ki “muhafazakar” kesimin
disindikiler icin artik nesillerini dunyanin onde gelen universitelerinde
egitim aldirtmak, ulkenin yonetim kadrosunda farkli isimler adi altinda dahi
olsa gorebilmek onlar icin siradan oldugu kadar vazgecilmez hale gelmistir.
Yani donusum son hiziyla toplumun butun kesimlerinde kendisini
hissettirmektedir. Ta ki 2000 li yillara
gelene kadar. Aslinda 2000 li yillara gelene kadar “muhafazakar” kesimin
yetistirmis oldugu nesiller cok defa farkli sekillerde yonetim girisimlerinde
bulunmus olsalarda farkli komplo teorilerine kurban olmanin yaninda bir takim
gayr-i ahlaki uygulamalar ile onlerine set cekilmis ve nihai olarak subat ayinin
sogugu ile hasta hale getirilmek istenmistir.
Milenyum sonrasinda ise “muhafazakar”
kesim belirli bir ideoloji cercevesinde yetistirmis oldugu ve bahsi gecen subat
soguklarindan sakladigi “elit” olmasa bile “entellektuel” birikime sahip veya
sahip olmaya namzet kadrolari coktan devletin siyasi organlarina yerlestirmis
ve kendisince uygun zamani beklemekteydi. Ve beklenen degisimin son halkasi toplumun
ve topluma terakki asilayan her kurumun belki de en kritik noktalarinda hayat bulmustu.
Esasinda “muhafazakar” kesim
diye nitelendirdigimiz insanlari sadece “dindar” olarak gruplandirmak yanlis
olacaktir. Kelimenin sosyoloji ve (sosyal) antroplojide ki karsiliklarini
kullanmanin yaninda etimilojik olarak bakildiginda da farkli izahatlari
olmasinin yaninda kavramsal karsiliklarinin da farkli oldugu bilenler
tarafindan da bilinmektedir. Bu bakis acisi ile “muhafazakar” kesime karsi olan
insanlari da “muhafazakar olmayan kesim” diye nitelendirmek sanirim
siniflandirmanin veya gruplandirmanin en sadelestirilmis sekli olabilecektir. Dolayisiyla
da mucadelenin sinirlarini ulkemizin fiziksel sinirlari ile degil belki de
psikolojik sinirlari ve bilhassa gecmisten gunumuze aktarilan miras ve sahip
oldugu dinamikler cercevesinde degerlendirmek, hadiseleri dogru, yerinde ve
zamaninda yorumlamak isteyenlere isabetli bir bakis acisi sunacaktir.
Bu baglamda yazinin simdiye
kadar ki kisminin Turkiye ornegi uzerinden dar bir tanimlama oldugunu ifade
etmemiz gerekmektedir.
Toparlamak gerekirse,
“muhafazakar” kesim diye tabir ettigimiz muhtelif gruplarin gunumuzde ve
gelecekte karsilasmasi muhtemel zorluklarin veya gucluklerin temelinde yatan
esas hususiyle hem Faust adli esere de konu olan “iyi” nin ve “kotu” nun
mucadelesidir. Ulkemiz ve ulke insanimiz bu “iyi” ve “kotu” mucadelesinin
biryerlerinde yer almis oldugu gibi yine de almaktadir ve alacaktir. Her ne
olursa olsun “insan” olarak bize yakisan “insani” sifatlari sinir kabul ederek
yasamaktir ve pek tabi ki kotuye karsi iyinin, zalime karsi masumun, ve dahi
hakli olanin guclu oldugu bir dusunce cercevesinde yasamak seklinde olmalidir.
No comments:
Post a Comment